Gün batımında, rüzgarda salınan buğday başaklarının hışırtısını duyar gibiydim. Harem’den otobüse bindiğimiz anda aslında hiç de uzak olmadıklarının farkına vardım. Son anda karar vererek Eren ile birlikte yola koyulduk. Hiçbir hesap yapmadan, tüm kaygılarımızı bir kenara koyarak iki günlük yolculuğumuza küçük bir çanta ile çıkıverdik. Eren 6 yaşında ve ilk defa annesinden bu kadar uzaklaşıyor ve biraz şaşkın.
Eren’in hızlıca verdiği yolculuk kararının ardından yarım saat sonra Harem’e, bizi Çankırı’ya götürecek otobüs firmasına geldik ve biletimizi aldık. Eren’in heyecanı, otobüsteki tabletlerde neler oynayacağı. Birkaç küçük otobüs firmasının yolcusunu taşıyan servisimiz geldi. Ben de uzun zamandır haremde otobüs beklemiyordum. Eren için beklediğimiz sürenin her karesi ilginçti. Bekleyen yolcular, çığırtkanlar, seyyar satıcılar…
Ataşehir civarında otobüsün gelmesini beklemeye başladık. Bekleme salonunda birkaç kişi var. Televizyonda bir müzik kanalı açık ama çalan müzikler bizim evdeki tınılara pek benzemiyor. İşini çok dikkatle yapan bir amca yerleri paspaslıyor. Anlaşılan bu mop işini askerde kitlemişler kendisine ve 40 yıldır bırakmamış elinden. Arada ayaklarımızı kaldırıyoruz. Gelen otobüsün yolcularına son çağrıyı da yapmayı ihmal etmiyor. “23.00 Elbistan yolcuları acele edin”. Otobüsler biraz rötarlı geliyor. Anlaşılan yolda bir problem var. Sonunda otobüsümüz geldi ve hemen hareket ettik. Koltuklarımıza yerleştik ve hemen tabletlere baktık. Bizimkilerde tık yok. Ama diğerleri de öyle. Yola koyulunca hepsi birden açılıverdi. Fakat bu tabletler sadece tv gösteriyor, oyun yok. Biraz bozulduk bu duruma ve kanalları kurcalamaya başladık. Kötü gösteren bir çizgi film kanalı var en azından. Eren gece yarısı olmasına rağmen tv seyredeceği için heyecanını yitirmiş değil. Yola çıktık ve istanbul’dan çıkana kadar bir sürü yerden yolcu aldık. Çay, kahve meşrubat servisinin ardından kısa bir süre sonra ben uyuklamaya başladım. Eren uyumuyor ve ben de hiç bir şey söylemiyorum bu konuda. Birkaç kez hadi uyuyalım dedim ama film bitmeden uyuyamadı. Sabah 5-6 gibi Çankırı’ya vardığımızda Hüseyin abi otogarda bizi bekliyordu. Eren köye gidene kadar devam etti uyumaya. Köye vardık ve kahvaltı saatine kadar biraz daha uyuduk. Köydeki tek İstanbul’lu ve ekmekçisi değiliz. Eppek ve Nezih Gençler de burada. Uzun bir kahvaltı ve tabii ki muhabbetimiz hep buğday ve tohum üzerine.
Kahvaltı sonrası bahçeleri gezmeye götürüyor sevgili Hüseyin ve Keziban Genç ailesi. Çavdar tarlalarını, bostanlarını ve elma bahçelerini ge-ziyoruz. Toprağı ilaçlamadan, gübrelemeden na-sıl tarım yaptıklarını anlatıyorlar. Ot ilacı kullan-madıkları için toprak yaşıyor. Elma bahçelerinin örtüsü çeşit çeşit bitkilerle,börtü-böcek ile dolu. Üzerinde yürüdüğünüzde ayaklarınız gömülü-yor, taş gibi değil. Güzelim sirkelere dönüşecek elmalarını dişliyoruz gezerken. Ceplerimizi, çan-talarımızı dolduruyoruz. İki gün boyunca aklı-mıza her düştüğünde bir tane kütürdetmek için.
Yemeklerimizi bahçedeki vişne ağacının altında yiyoruz. Yemeğin ardından, dalından ayırmadan vişnelerin tadına bakmak mümkün. Şansımıza henüz toplanmamış vişneler. Akşam üstü buğday tarlalarını gezmek için yola koyuluyoruz. Yol boyunca boyu belimize bile ulaşmayan hibrit buğdayların yanından geçiyoruz. Köylü ilaç kullanmıyormuş aslında ve daha çok ürün aldıkları ve endüstri bunu talep ettiği için ekiyorlar. Buğdayın cinsi, atalık tohum ya da sağlıklı olup olmadığı çiftçiyi ilgilendirmiyor. Buğday en kolay ürünlerden birisi. Tohumu at ve sonrasını doğaya bırak. Hasat zamanı da biçer döverler her şeyi hallediyor ve ürün direkt fabrikalara gidiyor. Kendi ihtiyaçları olan unu da fabrikadan alıyorlar. Hani köyden geldi, doğal deniyor ya, işte doğal ürünler dünyası. Hibrit tohum, ısıl işlem görmüş, beyazlatılmış doğal unlar.
Ekşi mayalı doğal ekmekleri bu unlarla yapsak sağlıklı, gerçek ekmek yapmış olur muyuz? Olmaz elbet. Bu kadar yolu, Eren’in keyifle kucaklayıp taşıdığı, rüzgarda uzun boyları ile bir o yana, bir bu yana yatan üveyik buğdaylarını ziyarete geldik.
Dönüş yolculuğumuz ise oldukça sıkıntılı, keyifsiz ve endişeli geçti. Çankırı’dan direkt otobüs bulamayınca Ankara üzerinden aktarmalı gelmeye karar verdik. Hüseyin abinin güzelce paketlediği buğday başaklarını unuttuk. İyiki de unutmuşuz.
15 Temmuz 2016, saat 23.30 Aşti’den aceleyle aldığımız bilet ile eve dönmemiz 13 saat sürdü.