4 Kasım 2014 tarihinden itibaren evde düzenli olarak pişirdiğimiz ekşi mayalı ekmeklerimizin yanında; arkadaşlarımız, yakınlarımız, akrabalarımız ve bize ulaşabilen yeni dostlarımız içinde ekmekler pişmeye başladık. Hiçbir planlama yapmadan, hesap kitap yapmadan koyulduk yola. Evimizin imkanları dahilinde, elimizden geldiğince gelen taleplere yetişmeye çalıştık. Fiili olarak üretimde tek başıma görünmekle birlikte, ailemin, eşimin desteği olmasa bu kadar zaman, bunca ekmeği yapamaz, dağıtamazdım. Elbette bu süreçte kusurlarımıza rağmen, bizi destekleyen dostlarımızı da unutmamak gerek.
Uzun zamandır bizim evin ihtiyacı olan un miktarı ayda sadece 5 kg kadar iken, çok kısa zaman içerisinde haftada 20 kg lara ulaştı. Tabi eve giren bu kadar malzemenin takibini yapmak ve stok alanlarını kısa sürede oluşturmak şart oldu. Çünkü ilk zamanlarda küçük üreticilerimizden gelecek unları hesaplayamayıp, civardaki marketlerin organik raflarını boşalttığımızda oldu. Bununla birlikte kullandığımız tuzları ve suyu da unutmamak gerek. Gün içerisinde yedek su söylemeyip evdeki tüm içme sularını neredeyse son damlasına kadar kullandık. Bazen deniz tuzu, bazen de Çankırı’dan gelen tertemiz kaya tuzu ile tuttuk hamurlarımızı.
İki ya da üç farklı unu karıştırarak kullanmak istememize rağmen hem ulaşımını, hem de stok alanlarını yaratmak oldukça zorluyordu bizi. Biz de Çankırı, Doğanbey, Üç elma doğal tarımın ürettiği üveyik buğday ununu kullanmaya karar verdik. Bu buğday atalık ve üretiminde hiçbir şekilde kimyasal/petrol içerikli ilaç veya gübre kullanılmıyor. Sevgili Hüseyin Genç ve eşinin bu iş için ne kadar emek sarf ettiğini ancak tahmin etmeye çalışabilirim. Taş değirmende çekilmiş unlar ve tuz galerilerinden çıkardıkları rafine edilmemiş tuzlar ekmeğimizin en güvenilir unsurları. Şehrin göbeğinde bulabileceğimiz en iyi suyu da gıda hareketinin su raporlarının değerlendirmesine göre seçtik. Bütün bunlara kendi hazırladığımız İstanbul mayasını kattık ve üretimimizi hiç kimyasal veya petrol bazlı deterjan kullanılmayan evimizde gerçekleştirdik. Bütün bu kriterleri bir araya getirdik ve ekmekleri araya kalıp koymadan (teflon, seramik vs…) sadece emaye tepsiye yerleştirerek ev tipi ankastre bir fırına sürdük. Ardından düzenli olarak kargo kullanmayı reddettik ve ekmekleri sırt çantasına doldurup dağıtmaya karar verdik. Mümkün olduğunca yerel kalmak adına şehir dışından gelen talepleri reddetmek zorunda kaldık. Anadolu’dan gelen malzemelerin, üretimden sonra tekrar yolculuk yapmalarına, ekmegin kargoda surunmesine içimiz elvermedi. Çok küçük ölçekli dahi olsa karbon ayak izimizi arttırmamak için çoğunlukla yürümenin en iyi çözüm olduğunu düşündük. Düzenli olarak ekmegimizi paylaştığımız dostlarımıza, yürüyerek ve toplu taşıma ile ulaşıp, yüz yüze iletişim kurduk, sosyalleştik, yeni arkadaşlar edindik.
Geçen 6-7 aylık bu zaman içerisinde çok da fazla atölye çalışması yapamadık ne yazık ki. Güvenli gıda hakkında çokça okuduk, izledik, dinledik. En azından yakınlarımıza, en temel gıda olarak görülen ekmeğin, bize göre, en güvenilir olanını ulaştırmış olmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Misafirliğe giderken fırınımızdan çıkan ekmeklerden yanımızda götürüyor olmayı istedik. Haftada 30 ile 40 arasında eve düzenli olarak ulaşıyoruz ya da onlar bize ulaşıyor. Onlara da ayrıca teşekkür ediyorum.